son

Mesut intihar etti.

"Hakkını helal edenin anasını sikeyim" yazdı facebook duvarına. Atladı sonra camdan.



Ben insanları umduklarımla değil söyledikleriyle tanımak zorundaydım, ama onlar beni sadece umduklarıyla tanıyabilirlerdi.

Yalan söylemeyi çok iyi bilen bir adamdım. Söylediklerim yalan oldukları için etkileyici ve güvenilirdi. Bu dünyada kadınların gözlerini devirerek baktıkları adamlara acıyorum, çünkü o adamlar çirkin ve temizler ben ise hem çirkinim, hem kötü hem de beni etkileyici bulan bir azınlıkla tanıştım. Masaların üstünde felsefe konuşurken, altında nasıl sevişilir ben bilirim. Yapmam ama bilirim. O kadar iyi bilirim ki bunu hissettirmeye bayılırım. İlk dokunuşları reddetmeyi sevdiğim gibi. O şehvet ve tedirginlik o kadar tatlıdır ki, yıllarca arkadaşım dediğiniz insanlarda bile bir etki yaratabilir. Ama  kötü olan herkesin içinde, dizinizi kavrayan avucun sahibine, rahat dur demektir. Büyük ihtimalle psikolojik hadım etkisi yaratır. Doğurganlığı azaltabilir. Ön sevişmeden sonra seksten vazgeçmek gibidir. Yaralayıcı ve ölene dek unutulmayacak bir yüz üstü bırakılış. Sadece kadınlar bu etkiyi yaşar, ben nereden, nasıl öğrendim bilmiyorum.  Erkeklerin böyle şeylerden etkilenmediğini ise kesin surette biliyorum, çünkü bu olayın gülerek ortamlarda anlatmak için süper bir odak noktası olduğunu düşünüyorum. “Karı beni paketleyip, yolladı yeğenim” diyen dört kız babası adamlarla da tanıştım, “bak bu kızımın numarası” deyip trafonun arkasındaki torbacıdan taş isteyeniyle de.

Bazı adamları tahmin etmeniz gerekir, hatta sadece tahmin ederek tanıyabilirsiniz, çünkü size gelip anlatabilecekleri şeyler yaşamamışlardır. Bazı adamlarla da dalga geçer, gözlerinizi devirerek bakarsınız, çünkü basit, mazlum, iyi adamlardır onlar. Ortadaki mal bildiğiniz kadardır. Sabaha kadar logaritma çalışan bir öğrenci, 5 yıl önce çarpım tablosu ezberleyen kardeşimden çok da farklı değildir. Ama sınıfın tembel çocuğu tahtaya çıkıp soru çözerse şok olursunuz. Amına kodumunun dünyası bu kadardır işte, kadınlar gece düşünmekten uyuyamadıkları adamlarla, kocalarını aldatır. Erkeklerin de zaten yollarını sikeyim.

Ben Mesut, benim de yollarımı sikeyim.



H:9

Ne başardım şu hayatta diye sordunuz mu kendi kendinize, ben sordum, sonra oturdum bi liste yaptım;


  • anneme odama girerken kapıyı çalmasını öğretmeyi, kapıyı kilitleyerek,
  • çıkarken kapıyı çekmesini her seferinde söyleyerek,
  • üzüldüğümde üzüntümü katlamamayı doktora giderek,
  • şiirlerin saçmalık olduğunu anlamayı, yazdıklarımı sobada yakarken,
  • yaşadıklarımdan ders çıkartmayı geceleri günlük yazarak,
  • son dakika golleri yememeyi kimi zaman oyundan erken çıkarak; kimi zaman yüzüm dağılsa da her topa atlayarak,
  • sıradan bir insan olduğumu anlamayı, sıranın sonunda bekleyerek,
  • bir şeyleri sevmeyi bekleyerek,
  • bir şeylerden vazgeçmeyi, çoktan vazgeçilen adam olduğumu görerek başardım.

Şimdi ne başardın şu hayatta desen bir şeyleri başarmak için ilk adımı atmayı hep başardım, ama yollar bitmedi. 

Ben Mesut, Mesut Umar. Neil en büyük adımı ay'a değil, aya adım atmayı düşlediği an yürüdüğü yola atmıştı.



H:8

kırtasiyeye girip cebimdeki 10 lirayla üç tane maker kalem aldım. adının maker kalem olduğunu da satın alırken öğrendim. gece olunca şiir yazacaktım parka inen sokağın duvarına. benim yaptığımı kimse bilmemeliydi, yazılamadan sabıka yemek bir şey değildi de, ağır konuşacaktım, çok aşığın gönlünü hükmedecekti belki de, çekindim biraz.

İçimde bir şeyler öyle doluydu ki, suratımdaki ifadeye sebepler uydurmak zorundaydım. Çünkü  gerçekleri söylemek canını yakacaktı soranların. Daha basit hüzünler anlatmak zorundaydım. Babam kalbimi kırmıştı ama, "neyin var" diyenlere, "hırsız girmiş dedemin evine, üzüldüm adama" demeliydim. Bir ara "yok bir şey" demek yetiyordu, sonra "yok bir şey" in "ilgilensene benimle" demek olduğunu bağırdı birileri. Ona inandık, kullanamaz olduk yalanlarımızda.
"Boşver" gibi değil ki bu. Pay biçemiyordun buna, bazı boşverler vardır anlarsın "başım ağrıyor sesini kes" demek olduğunu ya da bazı boşverler "sarılmak" gibidir. Ama "yok bir şey" öyle değil. O suratta ki hikayeyi olmayan bi boşluk kapatamaz. Bir şey var belli, o zaman kalp kırmamak için başka bir hikaye yazarsın üzüntüne. Çözümleri olan sorunlar anlatırsın mesela. Zaman kazandırır gece olana kadar.

9 yaşındayken mahallenin kaldırım taşlarına forumlarda kullandığımız nickleri yazardık. Tag atmak derler buna. Tag atardık sağa sola. Ama bizim sokaktan uzaklaşamazdık, sokağın her yeri takma adlarımızla doluydu. Yıllar sonra yine aynı o şekilde oturmuştum kaldırımın üstüne. Kalemin kapağını bile aynı şekilde çekip, dişlerimin arasına sıkıştırmıştım. Bu sefer takma adımı yazmayacaktım ama,
biraz uzun olacaktı.


ben ölünce
benden otlar büyüyecek güneşe,
ben ölünce, düşündüğüm insanlar da biraz ölecek
Ben öleceğim bir gün, bir sürü yeşillik hasıl olacak dertten
Kainat arkamdan sonra, peşim sıra yonca gül ölecek
Kötü çocuklar yüzünden ölecek üstümdeki menekşe
beynimdeki sen, 
öleceksin ben ölünce.

Ölmekten korktum. Ölümden değil de bir sürü yaşanmışlığın ölmesinden, bir anda gömülmesinden korktum.


Şu gördüğüm yıldızın görüntüsünün aslında dört dakika öncesine ait olduğunu düşününce, parlaklığından korktum gözlerinin. Kendi dertlerimi unutup evdeki çayın boktanlığına taktım kafayı. Ucuz diye çimen demliyoruz anasını satayım.

Uzak diye, sitem etmiyormuşuz gibi birilerine.

Ben Mesut, Mesut Umar. Gözlerimi kapatmadan çalan şarkıya eşlik edemem. Duyduğum güzelse, gördüğüm de güzel olmalı bu boktan dünyada.



H:7

Ayağa kalkar kalkmaz utandım. Geri oturmaya meylettim, karaktersiz arkadaşım Celil alkışı patlattı, "herkes buraya odaklansın! bu adam ortamı koparacakk!!" diye bağırdı. Kıpkırmızı oldum piçin yüzünden. Sesim hafiften titredi ama kimseyle göz teması kurmadan başarabilirdim konuşmayı. Elimdeki kağıdı bir hışımla çöpe fırlattım, tam bir Moda Götleği olmuştum. Kendimden utanıyordum ama okuyacağım şiir günü kurtaracaktı.

Öncelikle arkadaşımın edepsizliğine bakmayın ama eğer buraya toplanma sebebimiz biraz edebiyatsa ben de bir tane şir seslendirmek istiyorum dedim. Yüzüme boş boş bakıp "hadi ulan oku da görelim çapını" mesajı veren tipler iyice moralimi bozmuştu.

Sesimin kırçıllarını öksürerek düzeltip başladım ezberlediğim şiiri okumaya:

Hakediyorum tanrım dedim. Bu benim vaktiyle başkalarına çektirdiğim cezam. Bu benim suçum, yüküm, tükenişim, ağlayışım. Ama bu benim işte. Suçuyla, tesellisiyle, gece yarısı zırlamasıyla baştan sona bu benim. Benden başkası değil bu günün karanlığını yaratan. Bana katlananın gözyaşı da benim, sevinci de. Zaten bütün vermeler, nihayette almaya; bütün gitmeler, bir yerlerde kalmaya, bütün gülüşler nihayette dolmaya değil miydi? Neyi zorluyorduk.
Nereden geldiğimizi bile bile gitmeye çalışmadık mı hiç varamayacağımız yollara.
Zaten kader, yazgı, hayat değil miydi dilimizdeki engebelerin adı.
Gerçekleri bile kabul edemedik, yenildik ama yenilmedik.
Boynumuzda kimi zaman bir kolye, bir tasma olmadı mı; bir kere güldürmek yerine defalarca ağlatan kimseler.
Eskiden, zırva bi oğlanken, boğazlıyorken öğlenin sıcağını bile;
şimdi bi çölün yazına aşık, bi şehrin boğazına, bi kentin ayazına, karma karışık yürümüyor muyuz istemediğimiz yerlere.
Söyle çocuk.
Söyle ki bir insan bir insanı en çok incittiği yerden incinecek, en çok yıprattığı yerden yıpranacak, kaderden değil, velhasıl vicdan denen kederden olacak bu.
Nasıl ki doymuyor sevdalanan sevdasına, ölüm de doymayacak, doyurmayacak hiç bir ölümlü ölümü.
Zarar veren bıkmayacak tasasından,
biz umarak yaşayanlar,
güzellikten çok yanlışı,
güneşten çok kışı,
gülüşten çok yaşı bekleriz.
Çünkü bugüne kadar gördüklerim -adına bilmek, deneyim, tecrübe ne dersen de-
sadece üzülmek bıraktı.
Bir filme ağlayamamak,
acını, abartılı sahnelerin üstünde görmek nedir bilir misin?
Bi kız, penceresinden dışarıya bakar,
ne dışarıyı görür,
ne camda kendini.
Ne görmek isterse o an,
bi de onu göremez işte.

son bölümden etkilenmiş olacak ki KYK bursunu latteye yatıran modeller bile ayağa kalkıp alkışladılar. Oysaki siz ne bilirdiniz, ne anlardınız ulan. Dünyaya bir fikri yaşatmak uğruna gelen dayıların sözlerini twitter biyografilerine yazaduran genç akranlarımdan bir kez daha nefret ettim. Öğlenin sıcağını boğazlamak, saat 13.00'de sokakta tek başına topu duvara vurmak demekti, kim bilir onlar ne anladılar. Akşam üstü bahçedeki kırık masada çay içip, bozuk davul fırında pişirilen, tam kabarmamış kek yemeyen insanlardan medet umdum ya alemlerin yüce yaradanı, sen de beni affet. Büyük günah zannımca.

Ben Mesut, Mesut Umar.
Penceresiz kaldım, annem yüzüme bile bakmadı.



H:6

- Gencebay şarkılarını başkaları söylemesin anneciğim, olmuyor.
- Ebru süper söylemiş. Sesi çok sağlam bu kadının.
- He anne Ebru süper söylemiş. Akşam Güneşi'ni de çok iyi söyleyenler var. Mevzu güzel söylemek zannediyorsunuz. Hepiniz ne tuhafsınız annem ya.

Söylediklerime anlam veremeden televizyona bakmaya devam etti. Öyle güzel boş veriyordu ki müdahil olamadığı konuları. Ben çok seviyordum bu kadını. Ebru güzel söylüyordu ona göre, ne bozuyorsun ki kadını dedim kendi kendime.

Odaya geçtim, soba cayır cayır yanıyordu. Büyüklerinden iki odun daha attım, daha çok alev aldı, ateşin sesi duyulabiliyordu artık.
Oda yeterince sıcak olduğundan bahçeye açılan kapıyı sonuna kadar açıp, sigaramı yaktım. Telefonum masanın üstünde duruyordu, mesaj gelince titremediği için tuşuna basıp kontrol etmem gerekiyordu. Üşendim. Üç saniye sonra sigara ritüelimi güzelleştirmek için bilgisayardan "İlk göz ağrım" şarkısını açmıştım. Tekrar kapının yanına kadar gelip sigaradan bir duman daha çektim. Sanırım dünyanın en güzel introsunu, en saygın müzik adamının kendisinden dinlemenin hazzıydı bu. Anneme anlatamıyordum. Gerçi kimseye anlatamıyordum bu güzelliklerin o en saf halini.
Her bir notanın neye denk geldiğini, saniyeler geçtikçe daha söz bile girmeden ne çok şey düşündüğümüzü, bunun sebeplerini kimseye açıklayasım gelmiyordu. Sadece kendi kendime haz alıyordum. Gözlerimi kapattım, "ilk göz ağrımmm" diye girdi Orhan abi.

Mutlu olmak için başka sebepler aradığım dakikalar geldi aklıma. Cidden hastalıkmış dedim. İnsanın mutluluğu ruhunun içindeki o parıltıda saklıymış. Öyle olmasa bu adam hem arabesk yapıp, hem nasıl mutlu edebilirdi ki başka türlü. Başarmıştı sayın Gencebay. Aklıma ilk bahar geldiğinde, uzun bir aradan sonra tekrar gittiğimiz sahil yürüyüşleri geldi. Özlediğimizi söyleyip duruyorduk her seferinde. Bu toprağı, sahili, güneşi ve geriye kalan her şeyi silip atan o varlığı özlüyorduk. Özlüyorduk fakat sarılamıyorduk. Çünkü o bir madde değildi, hatıra bile değildi, özlem duyduğumuz şey belki de buraya gelip "özlemişiz" diyebilmekti. Hayatta her şey ne çok birbirine benziyordu.

Annemi çağırıp bunları ona da söylemek istedim. Sonra telefonuma gitti gözüm, bir mesaj gelmişti. Her mesaj geldiğinde içime bir ölüm korkusu musallat olurdu. Hep o ekrana beklediğim bir haber gelmiş, ama ben ona varıp okuyamayacakmışım gibi gelirdi. Bu sefer bastırdım bu duyduyu. Beklediğim bir haber yoktu artık. Kayıtsız değildim ama beklentisizdim hayata karşı. Tamamlanmış hissediyordum. Sanki bir kaç zaman önce bahar gelmişti ve bastığım her adımda "özlemişim" deyip mutlu oluyordum. Ama tek başımaydım.

Kapı çalındı, kilidi açtım. Kardeşim girdi içeri, okuldan dönmüştü. Odamı onunla paylaşmıyordum, o da her okul dönüşü sadece sırt çantasını kitaplığımın yanına bırakıyor, kıyafetlerini bile diğer odada değişiyordu. Bu bana kimi zaman imgesel geliyordu. Ama şimdi gelmemişti. Çünkü duygularımla ya da mantığımla değil, o içsellikle nefes alıyordum. Kimseye kırgın, sabit fikirli, takıntılı değildim işte. Sanki beynimdeki kanseri yenmiş gibiydim. Sanki babam evden çıkarken annem gidip boynuna sarılmış gibi hissediyordum.

Bana ait sandığım bütün eksikliklerin aslında babamın hayattan alamadığı şeyler olduğunu anlamıştım günler önce. Bu düşkünlüğümün sebebini bulduğumda ise gülümsemiştim. Çünkü ne zaman boşlukta olsam: annem babama daha sıkı sarılıyordu. Bu çok standart ama çocukluğuma ait bir travmaydı. Onu hayal ederek bastırıyordum, gerçek olmasına gerek yoktu. Hisler gerçeklerden daha önemliydi.

Ben Mesut,
Mesut Umar.
İnsanları suçlamayı bıraktım. Benim mahkeme salonlarımda gülümseyen hakimler, birbirlerine sarılan avukatlar var. Affedildiği için sevinen ama utandığı için yere bakan adam, benim..



H:5

Gayet cıvıl cıvıl bir sabahtı. Bizim semtte ne hatunlar varmış lan diyen Önder geldi aklıma. Kafamı kaldırıp erkenden bir yerlere giden millete baktım. Bilmiyorum Önder deyip metroya doğru yürümeye başladım. Önder büyük ihtimalle uyuyordu o saatte, hafta sonu sabahın köründe evden çıkıp yolda plan yapan kaç kişiydik zaten.

Bugün için kafamda bir misyon yoktu. Haliyle kırmızı t-shirtümü neden giydiğimi bilmiyordum. Bir mana yüklememiştim. Bazı günler vardır, o gün kırmızı t-shirt giyilir. Çünkü öyle olması gerekir. Kot pantolon giyemezsiniz o gün, kesinlikle hatadır, yani sebebini bilmiyorum ama siz onu hissedersiniz. Hak vermiştir hatta bir çoğunuz.
Ama bugün bir sebebim yoktu, gözüme hoş gözüktü ve kırmızıyla, jeani çekip çıktım dışarı. Saat 8.30 civarıydı. Yine kadıköye kendimi atıp planı orada yapacaktım. Taksim'den nefret ediyordum, çünkü çok uzaktı ve sarhoş olunca eve nasıl dönecektim. Eve dönmek büyük bir tabudur. Belli bir yaşa kadar her gece evde uyumamız gerektiğini düşünürüz. Ama o işler öyle olmuyordur. Sanırım ben Taksim'e ifrit oluyorum. Bizim barlar sokağının büyüğü, nerede göt lalesi var toplanmış oraya. Tadım kaçıyor öyle adamları görünce.

Sokakta video çekiyor bunlardan bir kaç tanesi, bir tanesi hiç Mesut'u rahatsız eder miyim demeden bağıra bağıra soru soruyor. Dik dik bakarak yanlarından geçiyorum. Rahatsız oluyorlar, hoşuma gidiyor.
Çocuk diyor ki "Yığın psikolojisi toplumda nasıl yaralar açıyor?"
diğeri de ağzını yaya yaya cevap veriyor: -herkes aynı yöne doğru yürüyor. Sanat ve bilim çürüyor..

Bu adama dönüp iki çift kelam etmek istiyorum, sonra üşeniyorum. anlamayacak çünkü, o da söylediği sözleri etkilendiği bir solcu kızdan duymuş. O kadar belli ki, kızın pantolonundan bile almış. Bilekleri üşüyor ama çaktırmıyor.

İçimden konuşuyorum.
-Yığın psikolojisi bir dindir orospu çocuğu. tanrıyı reddedersin de olduğun yeri reddedemezsin. Olduğun yer alır yutar seni, tükürmez bile, direkt sıçar! diyorum.

Tabi bu gerçeklerden kendim de nefret ediyorum. Ama bunların adı gerçek. Bir sürü şey gibi.

Cafeye giriyorum, günaydın dayı diyorum. Gülümseyerek hoşgeldin, günaydın diyor. Bi çay ver bir de tost at kahvaltı edeyim diyorum, tamam geç sen yukarı diyor, her zaman ki masaya gidip, sıraya uzanıp gözleri kapatıyorum. Hafiften de kent fm çalıyor. Tatlı tatlı tükçe pop şarkıları sıralanıyor. Bu durumdan haz etmesem de ortamdaki naiflikten ve sessizlikten mutlu oluyorum.

Tost ve çay geliyor. O sırada içeriye akranım bir arkadaş giriyor. Açık mısınız abi diye soruyor dayıya. Dayı da buyur geç diyor, çocuk selam verip yan taraftaki masaya oturuyor. Biraz telefonuna baktıktan sonra, "Hocam sigaran var mı?" diyor. Şunu yiyeyim gidip alalım diyorum. Hoşuna gidiyor bu hareketim, adımı soruyor, sonra olaylar gelişiyor:

-adın ne hocam?
-mesut. kız arkadaşınla mı buluşacaksın?
-evet. bu arada ben Özgür memnun oldum.
-Eyvallah. İstanbul'dan hangi şehre gittin? Kaçıncı sene okulda?
-Nasıl bildin ya!? İkinci senem, Isparta'da okuyorum. Sabah geldim işte, iki günü beraber geçireceğiz. Eve geçmek istemedim hemen.
-Cafe sabah 8.00 de açılıyor. Ama kız arkadaşını getirme buraya. Getireceksen de yukarıdaki dip odada oturun. Çok ses oluyor diğer yerlerde.
-Eyvallah sağolasın.
-Çakmağın var mı?
-Yok unutmuşum hepsini.
-Eyvallah.


Acıyorum Özgür'e. Isparta'dan kalkıp buraya geliyor. Gelip beni buluyor sabahın köründe, elinde de uzak mesafe ilişkisi var. Bir de benimle samimi olmaya çalışıyor. Sikip bırakıcam beynini ama acıyorum. Konuşamıyorum. havadan sudan ilerliyor muhabbet.

Isparta'da öğrenci şehri bir nebze. Fena hatunlar varmış diyorum.
-Var.. Ama benim başım bağlı hocam, kız arkadaşımı seviyorum, o da beni se..!
Sus lan deyip gülüyorum. Sen seviyorsan gerisini karıştırma. O seni sever sevmez, ne işin var oğlum. Seni sen bağlarsın.
O da gülüyor mal gibi. Cidden hatun bunu sevmese bu hala mal mal aşık olacak belli ki. Isparta'dan İstanbul'a geliyor iki gün için. Hay aklına sokayım Özgür diyorum ama içimden. O kadar samimi olamadık çünkü.

Cafe'nin sahibi Alaaddin Abi geliyor. Naber çocuklar diyor her zaman ki ses tonuyla. Benden önce Özgür, eyvallah abi diyor. Mutlu oluyorum samimiyetini görünce.

-Ne zaman gelecek senin ki?
-Bir gibi buluşacağız.
-Eyvallah ben gidiyorum. Hesabı öderim ben deyip kalkıyorum masadan.

Alaaddin Abi'nin yanına inince "yaklaş abi" diyorum, yaklaşıyor. Yukarıda ki eleman uzaktan gelmiş, kız arkadaşı gelecek. Hesabı çok kitleme, birazını al geri kalanını bana yaz diyorum. Halederim ben diyor, sonra çıkıyorum cafeden.

Sahile gidiyorum amınakoyim.
Tek başıma gidiyorum.
Kendi sevgilime ısmarlayamadığım tostu başkasının karısına ısmarlıyorum, puh allah belasını versin böyle kaderin.
Ben Mesut, Mesut Umar. Ben tanrıyı reddettim, o sahili reddedemedim. Ben orada oturup özleyen adamım.




Blogger tarafından desteklenmektedir.