H:6

- Gencebay şarkılarını başkaları söylemesin anneciğim, olmuyor.
- Ebru süper söylemiş. Sesi çok sağlam bu kadının.
- He anne Ebru süper söylemiş. Akşam Güneşi'ni de çok iyi söyleyenler var. Mevzu güzel söylemek zannediyorsunuz. Hepiniz ne tuhafsınız annem ya.

Söylediklerime anlam veremeden televizyona bakmaya devam etti. Öyle güzel boş veriyordu ki müdahil olamadığı konuları. Ben çok seviyordum bu kadını. Ebru güzel söylüyordu ona göre, ne bozuyorsun ki kadını dedim kendi kendime.

Odaya geçtim, soba cayır cayır yanıyordu. Büyüklerinden iki odun daha attım, daha çok alev aldı, ateşin sesi duyulabiliyordu artık.
Oda yeterince sıcak olduğundan bahçeye açılan kapıyı sonuna kadar açıp, sigaramı yaktım. Telefonum masanın üstünde duruyordu, mesaj gelince titremediği için tuşuna basıp kontrol etmem gerekiyordu. Üşendim. Üç saniye sonra sigara ritüelimi güzelleştirmek için bilgisayardan "İlk göz ağrım" şarkısını açmıştım. Tekrar kapının yanına kadar gelip sigaradan bir duman daha çektim. Sanırım dünyanın en güzel introsunu, en saygın müzik adamının kendisinden dinlemenin hazzıydı bu. Anneme anlatamıyordum. Gerçi kimseye anlatamıyordum bu güzelliklerin o en saf halini.
Her bir notanın neye denk geldiğini, saniyeler geçtikçe daha söz bile girmeden ne çok şey düşündüğümüzü, bunun sebeplerini kimseye açıklayasım gelmiyordu. Sadece kendi kendime haz alıyordum. Gözlerimi kapattım, "ilk göz ağrımmm" diye girdi Orhan abi.

Mutlu olmak için başka sebepler aradığım dakikalar geldi aklıma. Cidden hastalıkmış dedim. İnsanın mutluluğu ruhunun içindeki o parıltıda saklıymış. Öyle olmasa bu adam hem arabesk yapıp, hem nasıl mutlu edebilirdi ki başka türlü. Başarmıştı sayın Gencebay. Aklıma ilk bahar geldiğinde, uzun bir aradan sonra tekrar gittiğimiz sahil yürüyüşleri geldi. Özlediğimizi söyleyip duruyorduk her seferinde. Bu toprağı, sahili, güneşi ve geriye kalan her şeyi silip atan o varlığı özlüyorduk. Özlüyorduk fakat sarılamıyorduk. Çünkü o bir madde değildi, hatıra bile değildi, özlem duyduğumuz şey belki de buraya gelip "özlemişiz" diyebilmekti. Hayatta her şey ne çok birbirine benziyordu.

Annemi çağırıp bunları ona da söylemek istedim. Sonra telefonuma gitti gözüm, bir mesaj gelmişti. Her mesaj geldiğinde içime bir ölüm korkusu musallat olurdu. Hep o ekrana beklediğim bir haber gelmiş, ama ben ona varıp okuyamayacakmışım gibi gelirdi. Bu sefer bastırdım bu duyduyu. Beklediğim bir haber yoktu artık. Kayıtsız değildim ama beklentisizdim hayata karşı. Tamamlanmış hissediyordum. Sanki bir kaç zaman önce bahar gelmişti ve bastığım her adımda "özlemişim" deyip mutlu oluyordum. Ama tek başımaydım.

Kapı çalındı, kilidi açtım. Kardeşim girdi içeri, okuldan dönmüştü. Odamı onunla paylaşmıyordum, o da her okul dönüşü sadece sırt çantasını kitaplığımın yanına bırakıyor, kıyafetlerini bile diğer odada değişiyordu. Bu bana kimi zaman imgesel geliyordu. Ama şimdi gelmemişti. Çünkü duygularımla ya da mantığımla değil, o içsellikle nefes alıyordum. Kimseye kırgın, sabit fikirli, takıntılı değildim işte. Sanki beynimdeki kanseri yenmiş gibiydim. Sanki babam evden çıkarken annem gidip boynuna sarılmış gibi hissediyordum.

Bana ait sandığım bütün eksikliklerin aslında babamın hayattan alamadığı şeyler olduğunu anlamıştım günler önce. Bu düşkünlüğümün sebebini bulduğumda ise gülümsemiştim. Çünkü ne zaman boşlukta olsam: annem babama daha sıkı sarılıyordu. Bu çok standart ama çocukluğuma ait bir travmaydı. Onu hayal ederek bastırıyordum, gerçek olmasına gerek yoktu. Hisler gerçeklerden daha önemliydi.

Ben Mesut,
Mesut Umar.
İnsanları suçlamayı bıraktım. Benim mahkeme salonlarımda gülümseyen hakimler, birbirlerine sarılan avukatlar var. Affedildiği için sevinen ama utandığı için yere bakan adam, benim..



Comments are closed.

Blogger tarafından desteklenmektedir.