H:7

Ayağa kalkar kalkmaz utandım. Geri oturmaya meylettim, karaktersiz arkadaşım Celil alkışı patlattı, "herkes buraya odaklansın! bu adam ortamı koparacakk!!" diye bağırdı. Kıpkırmızı oldum piçin yüzünden. Sesim hafiften titredi ama kimseyle göz teması kurmadan başarabilirdim konuşmayı. Elimdeki kağıdı bir hışımla çöpe fırlattım, tam bir Moda Götleği olmuştum. Kendimden utanıyordum ama okuyacağım şiir günü kurtaracaktı.

Öncelikle arkadaşımın edepsizliğine bakmayın ama eğer buraya toplanma sebebimiz biraz edebiyatsa ben de bir tane şir seslendirmek istiyorum dedim. Yüzüme boş boş bakıp "hadi ulan oku da görelim çapını" mesajı veren tipler iyice moralimi bozmuştu.

Sesimin kırçıllarını öksürerek düzeltip başladım ezberlediğim şiiri okumaya:

Hakediyorum tanrım dedim. Bu benim vaktiyle başkalarına çektirdiğim cezam. Bu benim suçum, yüküm, tükenişim, ağlayışım. Ama bu benim işte. Suçuyla, tesellisiyle, gece yarısı zırlamasıyla baştan sona bu benim. Benden başkası değil bu günün karanlığını yaratan. Bana katlananın gözyaşı da benim, sevinci de. Zaten bütün vermeler, nihayette almaya; bütün gitmeler, bir yerlerde kalmaya, bütün gülüşler nihayette dolmaya değil miydi? Neyi zorluyorduk.
Nereden geldiğimizi bile bile gitmeye çalışmadık mı hiç varamayacağımız yollara.
Zaten kader, yazgı, hayat değil miydi dilimizdeki engebelerin adı.
Gerçekleri bile kabul edemedik, yenildik ama yenilmedik.
Boynumuzda kimi zaman bir kolye, bir tasma olmadı mı; bir kere güldürmek yerine defalarca ağlatan kimseler.
Eskiden, zırva bi oğlanken, boğazlıyorken öğlenin sıcağını bile;
şimdi bi çölün yazına aşık, bi şehrin boğazına, bi kentin ayazına, karma karışık yürümüyor muyuz istemediğimiz yerlere.
Söyle çocuk.
Söyle ki bir insan bir insanı en çok incittiği yerden incinecek, en çok yıprattığı yerden yıpranacak, kaderden değil, velhasıl vicdan denen kederden olacak bu.
Nasıl ki doymuyor sevdalanan sevdasına, ölüm de doymayacak, doyurmayacak hiç bir ölümlü ölümü.
Zarar veren bıkmayacak tasasından,
biz umarak yaşayanlar,
güzellikten çok yanlışı,
güneşten çok kışı,
gülüşten çok yaşı bekleriz.
Çünkü bugüne kadar gördüklerim -adına bilmek, deneyim, tecrübe ne dersen de-
sadece üzülmek bıraktı.
Bir filme ağlayamamak,
acını, abartılı sahnelerin üstünde görmek nedir bilir misin?
Bi kız, penceresinden dışarıya bakar,
ne dışarıyı görür,
ne camda kendini.
Ne görmek isterse o an,
bi de onu göremez işte.

son bölümden etkilenmiş olacak ki KYK bursunu latteye yatıran modeller bile ayağa kalkıp alkışladılar. Oysaki siz ne bilirdiniz, ne anlardınız ulan. Dünyaya bir fikri yaşatmak uğruna gelen dayıların sözlerini twitter biyografilerine yazaduran genç akranlarımdan bir kez daha nefret ettim. Öğlenin sıcağını boğazlamak, saat 13.00'de sokakta tek başına topu duvara vurmak demekti, kim bilir onlar ne anladılar. Akşam üstü bahçedeki kırık masada çay içip, bozuk davul fırında pişirilen, tam kabarmamış kek yemeyen insanlardan medet umdum ya alemlerin yüce yaradanı, sen de beni affet. Büyük günah zannımca.

Ben Mesut, Mesut Umar.
Penceresiz kaldım, annem yüzüme bile bakmadı.



Comments are closed.

Blogger tarafından desteklenmektedir.