Umudun en çok saptığı yola 852.000 km uzaktaydım.
Ellerim titriyor ve içim binlerce düşüncenin eşliğinde nefretle doluyordu.
Yumruğumu ve dişerimi değil, düşündüklerimi sıkıyordum kopartana kadar.
Tevazusu kaybolmuş şeylerdi onların hayat dediği şey. Ben ise baştan aşağı muhalifiydim ölümün.
Seks, tebrik ve tembellik için doğmuştum. Üçünü aynı anda elde etmek imkansızdı. Sanki beş aylıkken yuvarlandığım koltuktan, hala düşüyor gibiydim.

-Bir bardak limonata lütfen!

Acının iştah açtığı gerçeğini, ilk bisikletimin ön tekeri ikiye katlandığı gün öğrendim. Dizlerim kan içinde, bileğimdeki çatlağa aldırmadan zaten ziyan olan bisikletimi tekmeledim. Belki de bunun tek suçlusu duvardı ama ben yine de büyük bir zevkle tekeri tekmeliyordum.

İlk öpüştüğüm kız geldi aklıma. Çünkü öpüşmek ayıptı ve ilk günahımı işlediğim barakaya çarpmıştım. Küçüktüm. Öpüşürken sol elimin kopça çözmekle meşgul olması o vakitler haz aldığım bir şey değildi. Serotoninin deniz olup dalgalandığı günlere daha yıllar vardı. Ve ilk günahın azabını bisikletimin patlak lastiği çekiyordu. Ona olanca gücümle vuruyordum.

-Teşekkür ederim, bir tabak daha istiyorum..

Annemin çalmam için biriktirdiği bozukluklara ihtiyacım vardı. Cebimdeki yüzlüklere kıyamıyordum. Aç kalmıştım bir gece, bomboş bir buzdolabının, sararmış bıyıklarıyla sigara içen şarapçıdan farksız olduğunu görmüştüm. Babama acımıştım. Babama acımak beni utandırıyordu.
Hiç utanmadan küfür eden ve bir gözüyle kendinden 10 yaş küçük genç bir kızın omuz başlarını süzen iğrenç bir şarapçı kadar düşkündüm o an. Sabaha beş saat vardı, açtım, huzursuz ve mutsuzdum. Aklıma o yaşta gelen en korkunç şey, "annem neden bu adamla evlendi" fikriydi.
Zaman bana "babam neden bu kadınla evlendi" sorusunu sordurmadan üç yıl kadar önceydi..

Mahallede sürekli mutlu aile tablosu çizen çiftler vardı. Küçük çocuklarına top fırlatmaktan korktuğum için, içimden küfürler ede ede sokağın öteki ucuna gidiyordum. Hem iyi bir abiydim, hem de onlardan nefret eden bir cani. Tek başıma kaldığım akşamüstü vakitlerinde, annemin biriktirdiği o değersiz kuruşları çalardım. Evin içi, dışarıdan daha karanlıktı, sırtımı duvara yaslamış mp3 çalarımdaki şarkıları söylüyordum. Dışarıda devam eden hayata, arkadaşlarımın seslerine koşarak kavuşasım geliyordu ama olmazdı. Kavuşmak ve tatmin olmak bana göre değildi. Şimdi bile cebimdeki yüzlüklerin beni ele geçirmesinden ödüm kopuyor.

-Hesabı kasaya mı..?   -tamam eyvallah.

Hep babamın "şimdi nolacak?!" dediği gün geliyor aklıma. "Şimdi nolacak, istiyor musun dershaneye yazılmak?"
Gözlerini görseydiniz içinizi öfke ve kibir kaplardı. Ölmesine ramak kalmış bir kedi gibi kanla kaplı suratı ve açık kocaman gözleriyle bana bakıyordu sanki. "İstiyorum baba" desem 3000 lirayı nasıl bulacağını soracaktı kendisine. Kendisinden tiksinecekti ya da kendine acıyıp bana nasihat edecekti.

"Yok baba ya para tuzağı buralar.!" dedim. "Emin misin?" dedi hiç utanmadan. Ona verdiğim şansı tasdikliyordu alenen. "Hee" dedim.

Şimdi "hee" dediğimde montumun iç cebinden bir sigara çıkartıyor, üç saniye duraksayıp ucunu kızartıyorum.
Yürümekten zevk alıyorum. Hele burada adımlamaktan çok büyük heyecan duyuyorum.

Kadıköy'ün tek sevmediğim tarafı burada hiç hatırlanacak bir anımın olmaması. Günlerce ard arda içtim soktumunun sahilinde. Her yerine kustum, kimse de ses etmedi. Kusarken boğazım parçalanacak, diyaframım dışarı çıkacak gibi oldu. Ben o an bile "yalancıların anasını sikim!" diye bağırmaya çalıştım. Midemden çıkan iğrenç biradan daha da çok tiksiniyordum, arkadan iş çeviren insanlardan. Beni bu hale onlar soktular ya galaksilerin Resulü.. Onları boz.

"Onları boz,
annem biriktirsin onları, ziyan olsunlar ceplerimde.
Koşarken düşüreyim,
bisiklet sürerken, ya da aşık olurken.
Aşık olmak cebimdeki bozuklukları düşürsün gözümden.
İki lirayla okula gitmek ne zamandan beri gözleri dolduracak bir hikayeyse
o günden beri Tanrım,
herkes görmüş geçirmiş rolü kesiyor bu orospular orospusu şehirde."

Tiksinmekten geçiyordu benim yolum. Banka hesabımda binlerce lira, cebimde bir tomar yüz lira ve ayaklarımda günlerce yürümeye yetecek derman. Yürüyordum rıhtıma doğru. Ellerim titriyordu, üşümekten değil, düşlemekten. Hata etmekten korkmaktan. Güvenimi bir akraba düğününde pantolon paçalarım kısa diye kaybettim ben. Sana bahsetmek istiyorum ama olmuyor.

"Şimdi sana ne anlatsam boş,
ne desem boş.
Benim bir hakkım vardı,
değildim diğerleri gibi.
Boynum eğik, boyum kısa, saçlarım bozuk.
Umut dediğin şeyi,
rica yerine terk etmeyi öğrettikleri gün öldürdüm."

Adım Mesut. Mesut Umar. Hikayem burada başlıyor..



Comments are closed.

Blogger tarafından desteklenmektedir.